Cuma, Mart 29

Heybeliada’da Bir Gün… Cem Altundal Yazdı

Google+ Pinterest LinkedIn Tumblr +

Cem Altundal, çocukluğunda bir süre yaşadığı Prens Adalarından biri olan Heybeliada’da bir gün bisikletle gezdi ve yazdı…

Sırt çantamla eve doğru giderken farklı bir şey  yapmaya karar verdim. Çevremde dostlarımın bir planı vardı ve ben plansızdım. Yolda yürüyordum. Bir söz geldi aklıma “Yapacağımız eylemler aslında bir karar uzağımızdadır…” O anda karar verdim… Çocukluğumda hafta sonlarını geçirdiğimiz küçük bir evimizin olduğu Heybeliada’ya gitmeye karar verdim. Adada yıllar içindeki değişime gözlerimle şahit olmak istedim.

Bostancı’ya varmıştım. Anlık kararıma şans da yardım etmişti. Bostancıya vardığımda motorun kalkmasına 5 dakika vardı. Motorun üst katı hınca hınç doluydu.

Toplu taşıma kültürüm gelişmiş olduğundan dolayı o doluluğun içinde ilerledikçe boşluklar buldum elbette. Motorda bir adam limon sıkacağı satıyordu. Hani bilirsiniz insanlar hep dalga geçerler, bozuk çıkmıştır, dandiktir diye geyikleri döner arkadaş ortamlarında. İşte ben de satıcıyı  o ön yargıyla izledim.  Küçük plastik sıkacağın üç tanesi beş liraydı. “Ciklet parasına” diyordu, adam anlattı anlattı. Ailelerinin verdiği beş lirayla satıcının yanına gelen çocuklar gördüm. İyi de satış yapmıştı adam. Ve ilk durak olan Heybeliada’ya vardık. Anonsla beraber yolcular inmeye başladılar, ben de indim. İner inmez turistik bir beldeye inmiş gibiydim. Öyleydi de gerçekten.

 

 

İlk olarak sahili boydan boya yürüdüm. Sonra arka sokağında yürüdüm. Bisiklet kiralayacaktım. Kira  ücretini sordum, 15 lira olduğunu söyledi biskletçinin biri. Devam ettim yürümeye, aynı zamanda ortamı, insanları gözlemliyordum. Bir sokak ilerde yine bir bisikletçi gördüm o da 10 lira dedi. Fakat ikinci sorduğum bisikletçinin bisikletleri gözüme daha sağlam görünmüştü. Önce karnımı doyuracaktım, sonra bisikletimi alıp başlayacaktım  pedal çevirmeye. Küçükken çok gittiğim rotayı tekrardan gitmeye niyetliydim. Kafama koymuştum, hava çok sıcak olmasına rağmen  bu düşüncemi gerçekleştirecektim.

BUNA DA BAKIN...  Bitlis Nemrut Gölü

Yürürken dikkat ettiğim bir diğer nokta da eski çay bahçesi olan yerlerde, sahil şeridinde birasını yudumlayan insanlar vardı şimdi. Butik kafelerde nostaljik şarkılar çalıyordu. Yabancı turistler de vardı, sırt çantalarıyla geziyorlardı. Bir börekçide oturdum. Yanımda oturan Türk bir kadınla Avrupalı bir adamdı. İngilizce konuşuyorlardı. Kadının İngilizce konuşurken kendini zorladığı Türkçe düşündüğünü diyaloglardan anlayabiliyordum.

 

Oradan çıktım bisikletçiye gidip bisikleti kiraladım. Adada iskelenin olduğu cadde ile arkasındaki caddede bisiklete binmek yasaktı. Bisikleti aldım, yokuş yukarı çıkmaya başladığımda pedallarda sorun olduğunu fark ettim daha yeni yola çıktığım için geri dönüp değiştirdim bisikleti. Devam ettim. Yokuş yukarı tekrardan sırtımda sırt çantası bisikleti sürdüm. Bildiğim yollardı geçmişten kalan, bir bakkal vardı yıllar öncesinden kalan, duruyordu yerinde. Devam ettim, Refah Şehitleri Caddesi’nden doğru ilerledim.

Ümit sokak’ın olduğu yerden döndüm, orada Heybeliada camisi yerli yerinde duruyordu. Bu sokağa 14 sene önceki geçmişi hatırlamak için girmiştim. Ve o sokaktan tekrar ana yola çıktım.

 

Yol ilerledikçe binalar azalıyordu en sonunda yol ormanın içine girdi. Bu ağaçlık ormanlık yoldan ilerledikçe kalabalıktan kurtuluyor insan, şehirler arası yolda gider gibi seyyar meşrubat, su, bisküvi  satan satıcılar vardı. Pedal çevirmeye devam ediyordum. Yol kenarında patika yollar vardı “Plaja gider” yazıyordu. Hava çok sıcaktı, fakat ağaçların esintisi de gerçekten hissedilmeye değerdi.  Yol kenarında sağda patika yol vardı. İnmeye karar verdim, bisikletle inmek zordu. Kiralık bisikletini bırakanlar da vardı, bisikletlerin kiralık olduğu üzerindeki numaralardan belliydi. Ben de bıraktım.  İndikçe o koyda bir sürü teknenin demirlemiş olduğunu gördüm teknelerden müzik sesleri geliyordu. Denize girmek için bir sahil yoktu kayalıklardan denize giriliyordu. Sahilde iki adam bir şeyler içiyorlar, buradan denize giriliyor mu dedim. Biz girdik, kayalıklardan giriliyor dediler.

BUNA DA BAKIN...  Altınkum Plajı Nerede? Nasıl Gidilir? (Didim)

 

Ne kadar çok tekne demirlemiş dedim, bir tanesi bu teknelerin hepsi benim dedi. Biraz içmişti ve iki arkadaş işin eğlencesindeydi. Mutlulardı, saati sordular. Kısa bir muhabbetten sonra oradan ayrıldım. Tekrar ana yola çıktım. Bisikletle yokuş aşağı indim.Burası da adanın arka tarafındaki sahildi. Buradan Heybeliada gençlik kampının da olduğu sahile ulaştım. Eskiden burası tenha ıssız bir sahilken Şimdi 25 lira giriş ücreti olan bir bir yer olmuştu.Güzel bir iskelesi vardı ve modern plaj görünümüne bürünmüştü. Burada da 20-30 yat demirlemişti.Bunlar uzaktan bakınca denize bırakılmış beyaz oyuncaklar gibi duruyordu ve uzaktan Heybeliada sanatoryumu gözüküyordu. Bir yokuş mesafedeydi. Bu yokuşu çıkarken diğer bisikletlilerin yaptığı gibi yürüyerek çıktım. Çünkü çok dik bir yokuştu.

Sanatoryumun oraya geldikten sonra bir yandan esintiyi, bir yandan yorgunluk hissediliyordu. Orada hamaklar, oturma yerleri, vardı. Orada bir oturdum denize karşı kalkamadım yerimden biraz kitap okudum biraz kuş seslerini dinledim. Sanatoryumun kilidini de görünce aklımda eski anılarım canlandı. Yıllar önce sanatoryumun kapısı açıktı oranın ne olduğunu da bilmeden girmiştik. Sanatoryumun içindeki yolun sonunda uçurum vardı.  Ben içine girdiğimde bu sanatoryumun muhtemelen kapanmasına bir sene vardı. O zaman gerçekten bunlar önemli değildi. İnsan çocukken her şeyi yapabileceğine inanıyor.Şimdi bakınca anıların ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Aynı zamanda Kelebeğin Rüyası filminde de gösterilen verem hastası Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun tedavi olduğu hastane de burası. Filmde iki şairin hayatı ve veremle mücadeleleri de konu ediliyor. Film gerçekten izlenmeye değer.

Kitabımın sayfalarını çevirirken benim gibi kitap okuyan insanları da gördüm. Ben de bir süre sessizliği dinledikten sonra yola devam ettim. Kısa bir yokuştan sonra düzlüğe çıktım. Tek başına bir bisikletli karşı taraftan geliyordu,  yolu sordu. İlerde görebileceğim bir yer var mı çok yokuş var mı dedi. Sanatoryumun orada oturabileceğini söyledim. Birbirimize selam vererek yola devam ettik. Artık yol yokuş aşağı iniyordu. İskeleye yaklaşıyordum. Sol tarafımda Hüseyin Rahmi Gürpınar lisesi sağ tarafımda askeri bölgeyi alarak yoluma devam ettim. Adanın merkezine iskeleye varmış oldum. Böylece adada bir tur atmıştım.

BUNA DA BAKIN...  Mardin'de İnanç Turizmi Rotaları İçin İşbirliği İmzası...

Yolun başına gelerek Heybeliada sahafçısında kitapları inceledim. Güneşin batışıyla beraber de kitapları yerine koydum. Güneşin batışı bir bana bir mesajdı. Adayı bir baştan bir başa-Değirmen Burnu dışında- dolaşmış oldum. Bisikleti iade ettim ve Gönlümüzde ayrı bir yeri olan Heybeliada’yı ziyaretimi bitirip iskeleye doğru yürüdüm.

Paylaş

Yorum yapın