Yıllardır dünya üzerinde farklı yerlere gidip yazan Gezgin Seval Demirel, bu kez Hindistan’a gitti ve 30 gün ülkeyi gezdi. “Beklentisiz yola çıkmam, kendi konforumu kendim yaratmam ve kendime mutlu olabileceğim şeyleri hediye ettiğimden dolayı Hindistan’ı sevenlerdenim” diyor….
Hindistan, sende nasıl bir iz bıraktı?
Gitmeden önce korkularım vardı, çok pis olduğundan, kokulara dayanılamayacağından, kalabalıklığından dolayı çok şikayet edenler oldu; ama görmeyi de çok istiyordum. Herşey uçak bileti fiyatlarını incelerken bulduğum ucuz biletle başladı. Cesaretimi topladım, bileti aldım, sonraki süreç Hindistan gezi yazılarını ve Hindistan’ı detaylı anlatan üç kitabı alıp okumamla sonra da yola çıkmamla başladı.
Hindistan bugüne kadar gördüğüm en farklı yerlerden, burada gördüklerim karşısında bazen kendimi uzayda bir gezegene bırakılmış gibi hissettim. Bir o kadar da renkli bir ülke, uzun bir tren yolculuğunda tanıştığım Hintli gençlerin bana Hint dansını öğretmeleri, şarkılar söyleyip, tren içindeki eğlencemiz de unutamayacağım anılarımdan. Hindistan benim için bir gökkuşağı…
Hangi renkle tanımlarsın Hindistan’ı?
Hindistan renk kartelası gibi, bazen renkler siyah olduğunda zorlanıyorsun, kırmızı, mavi, turuncu gibi renklerde ise değmeyin keyfime… Benim için Hindistan Gökkuşağı renkleri…
Benim çevremde de Hindistan’a gidecek bir sürü kişi kirlilik ve kokuyla ilgili söylenenlerden sonra vazgeçiyor. Sen bu konuda neler dersin?
Koku ve kirlilik ile ilgili çok şey söylendi, oralarda buna dayanmanın güçlüğü de. Delhi’ye iner inmez havadaki kokunun çok kötü olduğunu da dile getirdiler. Gitmeden önce ben de bu konuda endişeliydim. Hindistan’da uçaktan inince bu kokuyu hissetmedim, ta ki üçüncü günümde Delhi Tren İstasyonu’ndaki yoğun kalabalıkta keskin idrar kokusunu alana kadar. Evet zorlanıyorsun ama bu ülkeyi görmek istiyorsan iyi tarafından bakmalısın, bazen maske taktım, bazen elimde kolonya ile sokaklarda dolaştım. Hindistan gezisi meşakatli bir seyahat olacağı için herkese göre değil, beklentiyi sıfıra indirip, kendi konforunu kendin yaratmak zorundasın.
Ülke çok büyük, 30 gün yetmemiştir. İçinde keşke şuraları da görseydim dediğin nereler var?
Ülke gerçekten çok büyük, kuzeyden güneye uçakla dört buçuk saatte, trenle yirmi saatte gittiğim yerler oldu. Udaiphur, Mumbai, Kalküta’ya zamanım yetmedi; çok yakınına gittiğim Nepal ve Sri Lanka ile Maldiv Adaları’na da geçmeyi isterdim.
Tekrar gideceğini yazmışsın. Hindistan’ın bir çekim gücü olduğunu hissettiriyorsun, doğru mu?
Hindistan’a gidenler ya çok seviyorlar ya da nefret ediyorlar, beklentisiz gidişim, kendi konforumu kendim yarattığımdan, kendime mutlu olabileceğim şeyleri hediye ettiğimden dolayı Hindistan’ı sevenlerdenim.
Hindistan’a çok isteyip deneyimleyemediğim yoga için ve güneyde keyifli bir tatil için yine gitmeyi isterim.
Hindistan halkı ile ilgili de gözlemlerini birkaç cümle ile yazar mısın?
Hindistan halkı oldukça yardımsever, yabancı turist gördüklerinde birlikte fotoğraf çektirmeye bayılıyorlar. Yaşam gerçekleri çok ağır ama mutlular. Ben de orada keyifli arkadaşlıklar kurduğum için mutluyum.
İşte Seval Demirel’in Hindistan anılarından bir kesit…
Aklıma geldikçe delicesine gitmek istediğim Hindistan, herkesin tek başına yapamazsın, çok pis, bir kadının oralarda gezmesi tehlikeli dediği yer Hindistan.Biraz araştırma yaptım, kulaklarımı olumsuz sözlere, düşüncelere kapadım ve uygun bulduğum Delhi uçak biletimi (25 Kasım- 25 Aralık 2018) alarak bir ay boyunca Hindistan’da plansız programsız kuzeyinden güneyine şahane bir gezi yaptım.
İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan bindiğim uçakla Almati aktarmalı olarak Yeni Delhi İndira Gandhi Havalimanı’na geldim. Taksi ile daha önce rezervasyon yaptırdığım otele valizimi bırakarak hemen kendimi Delhi sokaklarına attım. Etraf oldukça pisti, ama umurumda mı, ben hayalini kurduğum Hindistan’daydım. İlk gün biraz kaybolarak turistik olmayan bölgeleri gezdim ve ne şanslıymışım ki otelimin hemen karşısında yapılan bir düğüne davet edildim.
Geceyi düğünde geçirdikten sonra güzel bir uykunun ardından ikinci gün kiraladığım bir taksi ile Delhi’deki tüm turistik yerleri gezdim.
Daha önce Hindistan gruplarında tanıştığım Yasir ile otelde buluşup, turistik olmayan yerel bölgeyi gezdik. Yasir, Türk Dili ve Edebiyatı okumuş, akıllı, kendisini çok iyi yetiştirmiş, onu tanıdığım için çok mutlu oldum. İnşallah hayal ettiği yaşamı kurar, ben de destek vermeye her zaman hazırım.
Yasir’in yardımı ile kendime bir plan yaparak Rajasthan Eyaleti’nin başkenti ‘’Zafer Kenti’’ anlamına gelen Jaipur’a tren biletimi aldık. Trenim sabah saat 5’te hareket edeceği ve Delhi Tren Garı’nı hiç bilmediğimden dolayı saat üçte tren garına gittim ve orada karşılaştığım manzara beni ürküten ilk şey oldu. Tren garı önünde yüzlerce insan yerde yatıyordu ve keskin bir idrar kokusu vardı. Midem bulanarak garda bineceğim konturarı da epey zorlanarak buldum, Hintlilerin bir huyu var sorduğun soruyu asla dinlemiyorlar ve sana bambaşka sorular ile cevap veriyorlar; bir de sanki Holywood yıldızıymışım gibi herkes birlikte fotoğraf çektirmek istiyor.
Trende birinci sınıf kompartımandayım, perdeler ile bölümlere ayrılmış, üst üste üç adet ranza şeklinde koltuklar var, aynı şekilde karşı tarafta da üç kişilik ranzalar yer alıyor, iki adet de telefon vs. için priz bulunuyor. Görevli her kişiye bir battaniye ve paket içerisinde çarşaf, yastık, yastık kılıfı dağıtıyor. İlk tren yolculuğum gayet keyifli, yanımda taşıdığım kahve makinem ile Türk kahvesi keyfi bile yaptım.
Hindistan’ın pembe şehri Jaipur’dayım. Yoldayken Booking’ten Moustache Hostel’e üç gecelik rezervasyon yaptım, turistlerin çoğunlukta olduğu keyifli bir hostel, tek kişilik odama valizimi bırakıp, bir rikşa ile anlaşarak Jaipur turu yaptım. İlk sokak yemeğimi Jaipur’da tattım, adını bilmediğim bol acılı ve baharatlı bir yemekti. İkinci gün yine kendimi sokaklara atarak kaybola kaybola gezme niyetindeyim ancak burada da herkes birlikte selfie çektirme çabasında; onları kırmadan fotoğraf çektirip yoluma devam ediyorum. Şehir keyifli, güvenlik açısından bir sıkıntı yaşamadım. Hindistan’ı öyle bir anlattılar ki çantamda biber gazı spreyim de var ama çok şükür ki tüm gezi boyunca ihtiyacım olmadı. Her şehri tek tek farklı yazılar ile anlatacağım ama Jaipur’da görülmesi gereken yerler, Şehir Sarayı, Rüzgarları Sarayı veya Esintili Saray denilen Hawa Mahal, Jantar Mantar, Albert Hall Müzesi, Jal Mahal, Amer Fort…
Jaipur’dan 135 km uzaklıktaki Ajmer’e otobüs ile gidiyorum, otobüsler oldukça eski, yolculuğum üç saat sürüdü. Otobüs beni yol kenarında indirdi, oradan bir rikşa sürücüsü ile sıkı bir pazarlık yaparak Hindistan Müslümanlarının Hac ziyareti gibi gittikleri Dergah-ı Şerif’e gidip, şoföre beni beklemesini söyledim.
Yarım saatlik bir gezinin sonucunda tekrar rikşaya binip Ajmer Otobüs Garı’na gidip Pushkar’a bilet aldım. Yirmi kilometrelik yolu bir saatte giderek Pushkar’a geldim; yine daha önce deneyimlediğim ve memnun kaldığım Moustache Hostel’de konaklayacağım. Hostelde tek kişilik oda bulunmuyor, dört kişilik kadın yatakhanesine valizimi bırakıp hemen Pushkar’ı keşfe çıktım.
Pushkar sahil kasabası görünümünde; tek bir ana caddesi var, kıyafet, takı, tütsü mağazaları, yoga merkezleri sıralanmış bu caddede. Kasaba bir gölün etrafına kurulmuş, gölün etrafı ise tapınaklarla çevrili, Hindistan’daki tek Brahma tapınağı burada yer alıyor, Hinduların sıkça ziyaret ettikleri bir yer,
Ghat denilen merdivenlerle nehre inip yıkanıyorlar. Ghat’tan nehre iner inmez beni elinde çiçekler olan bir adam karşıladı, hemen alnıma bir boya sürdü, çiçekleri nehre atmamı istiyor ve tabi parasını ödememi de. Kendimi ondan kurtarıp merdivenlerden tapınaklara gitmeye çalışıyorum başka bir adam ayakkabılarımı çıkarmamı istiyor, para karşılığında saklayacak geri döndüğümde geri verecek. Yerler öyle pis ki, inekler her tarafa yapmış, keskin idrar kokusu da cabası, ayakkabımı çantama atıp yürüyorum. Burada mikrop kapmaz isem Allah’ın sevgili kulu olduğuma iyice inanacağım; tapınakları gezdikten sonra ayağımı dezenfektan havlu ile silerek ayakkabılarımı giyip karnımı doyurmak üzere restoran arıyorum. Pawan Restaurant da bir masaya oturdum ve falafel siparişi verip bir güzel karnımı doyurdum.
Sıra alışverişte tütsü ve bir kaç takı alıp, hostelime döndüm, şanslıyım hostelde odada sadece iki kişiyiz. Bir gece konakladığım Pushkar’dan yine yerel halkın kullandığı otobüsle Ajmer’e geçip, Jodhpur tren biletimi aldım.
Beş buçuk saatlik tren yolculuğundan sonra mavi şehir Jodhpur’dayım. Burada da Moustache Hostel’de iki gece konaklayacağım ancak hostelde sadece altı kişilik karma odada (kadın erkek bir arada) yer var, kabul edip valizimi dolabıma kilitleyip şehri keşfe çıkıyorum.
Jodhpur, Rajasthan eyaltinin ikinci büyük şehri, eskiden yüksek kast üyeleri Hindu rahiplerinin eski şehirde kendi evlerini diğer kastlarınkinden ayırmak istedikleri için mavi renge boyadığı ve zamanla diğer evlerin de mavi renkle boyanması ile Hindistan’ın mavi şehri adını almış. Mihrangarh Kalesi şehrin simge yapısı, 125 metre yüksekliğinde, Hindistan’ın en büyük kalelerinden buradan tüm şehri görüp fotoğraf çekebiliyorsunuz.
Jodhpur’daki ikinci günümde hostelin düzenlediği eski şehir turuna katıldım, yaklaşık beş saat kadar maviliklerin arasında bol bol fotoğraf çektim. Jodhpur’dan sonraki durağım Ağra, Taç Mahal’i göreceğim.
Trende birinci ve ikinci kompartımanlarda yer yok, mecbur halkın gittiği yerden biletimi aldım, yolculuk on saat sürecek, iyi tarafından bakmaya çalışıyorum, gece yolculuğu yapacağım, uyurum diye düşünüyorum. Trene bindim, yine o iğrenç idrar kokusu tüm treni sarmış durumda, üç katlı ranzanın en üst katındayım, dezenfektan havlu ile her yeri sildim ama nafile koku gitmiyor; bir elimde kolonya, bir elimde dezenfektan havlu bu yolculuk nasıl bitecek endişeliyim.
Tam karşımda kafası sarıklı bir amca var, gözlerini dikti beni inceliyor, trende sadece iki yabancı turist yolculuk ediyoruz, iyice büzüştüm, üzerime şalımı örttüm, uyursam yol çabuk bitecek düşüncesindeyim.
Gece boyunca çok üşüdüm, gündüz hava 25 derece civarında ama gece tren çok soğuk geldi, bir ara ayaklarımın donduğu hissine kapıldım, ‘’burada ne işim var benim’’ diye diye uyuyakalmışım. Büyük bir gürültü ile uyandım, ranzalara vuran görevli Ağra’ya geldiğimizi söylüyordu, hemen topralanıp trenden indim. Ağra oldukça pis bir manzara ile karşıladı beni, biraz şaşkınım aslında, Taç Mahal’in bulunduğu böylesine turistik bir yerin biraz daha temiz olmasını bekliyordum. Keskin idrar kokusu burada da var; valizimi emanete bırakıp bir rikşa ile Tac Mahal’e geldim, önce oradaki bir restoranın tuvaletine gidip tren yolculuğumda üzerimde olan kıyafetlerimi çöpe attım ve aldığım yerel kıyafeti giydim. El çantamı Taç Mahal’in emanetine bırakıp, oldukça uzun olan kuyruğa girip yarım saatte içeri girdim. Kalabalığın içinden geçtim, muhteşem yapı tüm ihtişamı ile karşımda duruyor.
Yaklaşık dört saat Taç Mahal’i gezdikten sonra bir rikşaya binip Ağra’daki en iyi restoranlardan birine gittim. Menüden seçtiğim adını bilmediğim birkaç yemek söyledim. Gelen bizim yoğurtlu çorbamız ve koyu bir mercimek çorbası gibi oldukça acılı, baharatlı bir yemekti; yanındaki bazlamayı batırarak biraz olsun acılığı hafifletip karnımı doyurdum. Restoranda iki Türk ile karşılaştım, onlar da iki haftalığına hızlı bir Hindistan turuna çıkmışlar, biraz sohbet edip vedalaştık.
VARANASİ’YE DOĞRU…
Agra Kalesi’ni gezdikten sonra tren İstasyonu’na giderek Varanasi biletimi aldım, bu kez ikinci kompartımandayım, yolculuk on iki saat sürecek. İkinci kompartımanda perde yok, yine aynı sistem üç adet ranzalı; tam karşımda çocuklu bir aile var, onunla oynayarak zamanı geçirdim. Hindistan trenlerinde ‘’çay çayy, çayyyiii’’ sesleriyle şahane çaycılar var masala çayı satıyorlar, baharatlı, zencefilli, sütlü bir çay, yemek için ise trendeki garson sipariş alıp bir saat içerisinde getiriyor. Varanasi’de konaklama tercihim yine Moustache Hostel, burada da iki gece dört kişilik kadınlar odasında konaklayacağım. Moustache Hostellerin en sevdiğim yanı ucuz fiyatıyla, şehirlerin en merkezi yerlerinde olması, her yere ulaşımı kolaylıkla yaptım, çoğunlukla da yürüdüm.
VARANASİ: SANKİ BAŞKA BİR GEZEGEN…
Hindistan’da en çok Varanasi’yi merak ediyordum. Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradeş Eyaleti’nde yer alan bu ruhani şehir, bana başka bir gezegendeymişim duygusunu yaşatıyor.
Nehirde yıkanarak arınanlar, diğer yanda ölü yakımı, çan sesleri, her taraftan duyulan dualar, tuhaf giysili insanlar, nehre bırakılan çiçekler, nehirdeki tekne gezileri, tapınakları ile burası çok değişik duyguları bir arada yaşamanızı sağlıyor. Akşam üzeri ölü yakımının ardından gece boyunca süren aarti seramonileri izledim. Şimdiye kadar hiç bir yerde böyle bir duyguyu yaşamadım, çok etkileyici, sarsıcı, dünya da böyle bir şehir olamaz dediğim, sınandığım, etkilendiğim, hiç bir zaman unutamayacağım bir şehir oldu Varanasi…
5000 yıllık tarihi ile dünyada üzerinde hayatın devam ettiği en eski şehir olan Varanasi, yıkım tanrısı Şiva’nın şehri olarak anılıyor. Hindular burada ölürlerse reenkarnasyondan kurtulup Tanrı ile bir olacaklarına inanıyorlarmış. Dünyaya tekrar gelme çilesinden kurtulup bu nirvanaya ermeye ‘’mokşa’’ diyorlar. Her gün onlarca ceset Ganj kenarında yakılıor. Bu kremasyonu çok yakından izledim, bir yanda yanan bedenler, diğer yanda ailelerin yaşadığı acı, onlara sarılıp ağladım, acılarına eşlik ettim
Yakım işlemi cesedin beyaz bir kefenle omuzlarda taşınarak nehrin kenarına getirilmesi ile başlıyor. Nehir kenarına bırakılan ceset bir süre sonra odunların arasına konulup yakılıyor. Kefenin altında tüm hatlarını gördüğüm, içim titreyerek, gözlerim dolarak bu ayinleri izlediğim için şanslı mıyım şanssız mı bilmiyorum.
Çocuklar, hamileler ve yılan sokması ile ölenler yakılmıyor bu şehirde…
Yılan kutsal bir hayvan olduğu ve iyileştirici gücü olduğuna inandıkları için onları bir salla Ganj Nehri’ne salıyorlar. Çocuklar ve hamileler ise ayaklarına bir taş bağlanarak nehre atılıyor.
Varanasi’de iki gün boyunca benzer ritüelleri izledim, bu şehirden çok etkilendim. Varanasi’den sonrası için bir program yapmamıştım ya kuzeye doğru devam edecek ya da güneye inecektim.
,
İSTİKAMET GOA…
Bir turizm firmasına giderek oldukça pahalı bir fiyata Goa Eyaleti’ne uçak biletimi aldım ve hava alanına gittim. Goa’ya yolculuğum uçakla dört buçuk saat sürdü, uçak önce Haydarabat’a indi, yarım saat içerisinde kalkarak Goa’ya geldim. Gece geç saatte vardığım hava alanında bir kaç kişi ortak taksi tuttuk, bölgenin en turistik yerlerinden biri olan Calangute’ye geldim. Booking’ten bulduğum Four Seasons Guest House’ta iki gece yer ayarlamıştım, fotoğrafları güzel görünüyordu, iyi de puan vermişlerdi ama ben otelimi pek sevmedim.
GÜNEY’DE ATMOSFER FARKLI…
Calangute Güney Hindistan’ın en bilindik turistik yeri, çok kalabalık, yerli turistlerin uğrak yeri olan bir şehir. Kuzey Hindistan’dan sonra Calangute’nin uçsuz bucaksız plajı bana çok iyi geldi, plaj boyunca bungalowlar, şezlonglar, restoranlar sıralanmış, şezlonglar bir şeyler yediğiniz taktirde ücretsiz, fiyatlar abartılı değil. İlk günümü sahilde denize girerek, dinlenerek; ikinci günümü ise çok yakınında olan Baga Plajı ve Anjuna Beach’te denize girerek geçirdim.
Calangute’nin kalabalık olmasını pek sevmedim, daha da güneye doğru gitmeye karar verip, tren ile Palolem’e geldim.
Palolem, Varanasi’den sonra unutamayacağım, en çok sevdiğim yerlerden biri oldu. Sahilde rengarenk ahşap bungalowlar, sahil boyunca şezlonglar ve restoranlar yer alıyor. İncecik beyaz kuma hakim olan sahilde gezerken gördüğüm Rococo Peltın’dan bir bungalov kiralayarak, hem denize daha yakın olmak, hem de restoranında yemeklerin tadına bakarak, burada kuzeyin yorgunluğunu iyice atmayı düşünüyorum.
Palolem’de karşılıklı hediyelik eşya, kıyafetlerin satıldığı dükkanların olduğu bir ana cadde var, yirmi dakikada caddeyi bir uçtan öbür uca gezebilirsiniz. Peşinize fotoğraf çekelim diye koşturan yok, rikşacılar nereye diye sizi zorlamıyor, oldukça temiz bir yer.
Palolem’de deniz kıyısında gün batımını izlerken yan masadan Türkçe konuşmayı duyunca deneysel rota çifti ile tanıştım. Gece boyunca sohbet ettik, uzun bir dünya turuna çıkmışlar, instagramdan takip edin derim.
Güney Goa’da en sevdiğim yer Palolem oldu, palmiyeler ile kaplı olan uzun bir sahili var, deniz temiz ve etraf oldukça sakin. Hindistan’da gün batımını en güzel izleyeceğiniz yer olduğunu düşünüyorum.
Palolem’e on dakika uzaklıktaki Canacona Tren İstasyonu’ndan Netrawathi Expres ile 20 saat sürecek yolculuk ile Kerala Eyaleti’ne Kolalam’a gidiyorum. Trende ikinci kompartımanda yer buldum, perdesiz yine yataklı sistem, çocuklu bir aile ile yolculuğa başladık. Tren bir saatlik gecikme ile geldi gece saat birde hareket ettik, yolun büyük bir kısmını uyuyarak geçirdim. Ertesi gün öğleden sonra saat dört civarında Varkala Şehri’nde trenden indim.
Varkala, Kerala Eyaleti’nin en turistik, deniz için yerli halkın geldiği Palolem’e nazaran biraz daha lüks, kayaların üzerinde yüksekte yer alan bir yer. Denize gitmek için çok uzun merdivenlerden inmek zorundasınız. Aryavilla Heritage adında bir otelde rezervasyon yaptım, bir günlük yerleri var, tek kişilik odada konaklayacağım. Akşam yemeği için denize karşı olan tek caddesinde gezerken bir Tibet restoranı buldum, şahane bir balık yedim.
Varkala’da ikinci gün konakladığım otelin sahibi beni başka bir pansiyona yönlendirdi, odaya yerleştikten sonra tüm günümü denize girerek geçirdim. Deniz sonrası güzel bir İtalyan restoranda pizza yedim, akşam üzeri ise Olympia Ayurvedik Masaj Merkezi’ne giderek kendimi ödüllendirdim. Varkala’dan ayrılırken gözlüğümün bir camını kaybettim ve kuzey gezimde iyice hırpalanan valizimin bir tekerleğini Palolem’de ikinci tekerleğini de Varkala’da bıraktım.
Yine trendeyim, Alappuzha’ya gidiyorum. Trenden iner inmez bir rikşa ile Booking’ten yaptığım rezervasyon ile konaklayacağım Aham Yoga Nest’te geldim. Burası bir aile konağı, çarşaflar yastıklar her biri ayrı renkte, odada banyo mevcut, aile ile aynı evde konaklıyoruz. Evin oğlu Aham şehir hakkında bilgi verdi ve Houseboat ile nehir turu isteyip istemeyeceğimi sordu, ‘istiyorum’ dedim. Ertesi sabah saat sekizde evden alınarak önce büyük bir tekne ile ardından küçük yerel kayıklar ile muhteşem bir gezi yaptım.
Alappuzha yüzlerce doğal su kanalları, nehirlerin, göllerin birleştiği bir sürü adacıkların olduğu bir yer. Adalarda yaşam var, adı backwater denen bu ağ gibi birbirine bağlı nehirlerde halk için ulaşım sağlayan tekneler çalışıyor. Sabah kahvaltımızı ve öğlen yemeğimizi nehir kenarında bir restoranda yaptık. Tekneden sonra iki kişilik ve dört kişilik yerel kayıklarla muhteşem bir kanal gezisi yaptık. Nehir sümbüllerin olduğu kanallar çiçeklerle halı sahası gibiydi, kendimi bir rüyada gibi hissettim, gezi sonrası pirinç tarlalarını gezdik. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından ‘’Doğunun Venedik’i ‘’ olarak betimlenmiş, gerçekten de öyle kanallar, durgun sular, lagünlere sahip olan Alappuzha’da yeşilin her tonunu görebilirsiniz. Güney Hindistan’a gidecekseniz Alappuzha’yı mutlaka görmelisiniz. Varanasi, Palolem’den sonra en etkilendiğim yer Alappuzha oldu.
İki tekerleğini Hindistan yolculuğumda kırdığım valizimi Alappuzha’da bırakarak kendime yeni bir valiz aldım ve yolculuğuma devam ediyorum. Alappuzha’dan Kumily’e (Thekkady) otobüsle geldim, yolculuğum beş saat sürdü. Dağlara tırmanarak gittiğim bu bölge Doğu Karadeniz’e benziyor, yol boyunca çay bahçeleri var, her yer yemyeşil. Otobüsten indikten sonra otel bakmadığım için önce turizm ofisine gittim.
Orada tanıştığım Manikandan, konaklamam için beni arkadaşının yerine Jungleparadiso Homestay’a götürdü. Vahşi ormanın hemen yanında bulunan bu pansiyonun fiyatı çok ucuzdu, ancak Hindistan’da kaldığım en kötü odalardan biriydi. Valizimi odaya bıraktım, bahçede dolaşan maymunların fotoğraflarını çekmeye çalıştım, ailecek geziyorlardı, beni görünce kaçtılar. Manikandan ile ertesi gün jeep safari ile vahşi yaşam bölgesini (Periyar Wildlife Sanctuary) keşfe çıkmak üzere anlaştık. Sabah saat beşte beni aldı, yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra Periyar vahşi yaşam bölgesine geldik. Yol boyunca maymunlar bize eşlik etti, Manikandan bufalo ve fil görmem için epey uğraştı ama sesleri dışında kendisini bize gösteren olmadı.
Periyar vahşi yaşam parkında Manikandan beni başka rehbere teslim etti, iki saatlik yağmur ormanları yürüyüşüne çıktık, orman içerisinde yağmur var dışına çıkınca ortalık günlük güneşlik, ilk kez böyle bir şey yaşadım. Daha sonra bir kayık ile gölde gezdik ve bir şelaleye gittik, parktaki restoranda verilen yemeğin ardından yeniden ormanda gezdik rehberim ile orman içinde yaşadıkları köye gittik; çiftleşme döneminde olan Hornbill kuşunu gördüm. Akşam üzeri tekrar Manikandan ile buluşup uçsuz bucaksız çay bahçelerini gezdik. Dönüşte Manikandan beni evine götürdü, eşi ile tanıştırdı, birlikte çay içtik. Böylece Hindistan’da ilk ev ziyaretimi da yapmış, onların yaşam alanlarını da görmüş oldum.
Otobüs ile gece yolculuğu yaparak Kochi’ye geldim. Periyar Vahşi Yaşam alanında çok yorulduğum için Kochi’de biraz rahat edeyim, kendi yemeğimi mutfakta kendim pişireyim diye Booking’ten daireler bölümünden Comfort Home Stay adında bir yere rezervasyon yaptım. Otobüs Kochi’de beni indirdi, konaklamam Fort Kochi’de olduğu için başka bir otobüsle konaklayacağım yere gittim ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Burası bir ailenin bahçe tarafındaki minicik odası idi, mutfak ve oturma için kendi evlerini kullanabileceğimi söylediler. Klimasız, sıcak ve bol sinekli bir odada iki günü çok zor geçirdim, en sevdiğim şey ailenin bireyleri oldu.
Fort Kochi’de en çok görmeyi istediğim Çin Balık Ağları idi, bu ağların MS 1350-1450 yıllarında Kubilay Han’ın saray halkından Çinli gezgin Zheng He tarafından Kochi’ye getirdiğine inanılıyor. Ağlar sahilden kullanılıyor, bambudan ve tik ağacından yapılıyor ve denge prensibine dayanarak çalışıyor. On metre yüksekliğinden, her ağ yirmi metrelik bir alana yayılıyor, en az 4 kişi tarafından çalıştırılıyor. Öyle bir yapılmış ki ana tahtanın üzerinde bir kişinin yürümesi ağların suya girmesi için yeterli oluyor. Ağları suya indiriyorlar ve suda beş dakika tutup çekiyorlar.
SAHİLDEKİ FARELER
Fort Kochi sahiline indiğimde her yer çok pisti, sahilde kedi boyunda fareler geziyordu. Çin Balık Ağları ise tamamen turiste göstermelik, birilerinin show yaparak çalıştırması şeklindeydi, para ödeyerek fotoğraf, video çekmeni istiyorlardı, deniz de kıyı kadar pisti. Sahil boyunca gezdim, başka sahilden balık tutup getiren balıkçıların mezatını seyrettim.
İkinci gün Cherai Plajına gittim, yolda önüme çıkan çok güzel yerel bir dokuma atölyesini gezdim. Cherai Plajı uzun bir sahilden oluşuyor, etrafı da oteller bölgesi, denizini pek sevmedim, biraz gezip Fort Kochi’ye geri döndüm. Portekiz Müzesi’ni, Santa Cruz Cathedral’ini, Ernakulam District Heritage Müzesini gezdim. İki gece de Christmas nedeniyle St. Francis Csi Church’te ve Santa Cruz Cathedral’indeki etkinlikleri izledim.
Fort Kochi sokaklarında gezerken bir cafe işleten Dilan ile tanıştım, Dilan’s Delight’ta Türk kahvesi keyfi yaptım.
Seyahatimin son üç gününü Kochi’den Delhi’ye gelerek geçirdim. goStops Delhi (Stops Hostel Delhi) Hostel’de kaldım. Burası renkli bir hostel, kapıda üç tane köpek, koridorlarında ise kediler bana eşlik etti. Christmas tatili olması nedeniyle her yer kapalı idi, iyi ki bir ay önce Delhi’ye gelişimde tüm şehrin turistik yerlerini gezmişim.
Dönüş uçağıma bindiğimde uçak arızalandı, Delhi Havaalanı’nda altı saat uçak içinde kaldıktan sonra bir gece tüm yolcularla beş yıldızlı bir otelde konakladık. Tek girişli vizem ile Hindistan’a iki kez girmiş oldum.
ÇANTAYA TELEFONA DİKKAT!
Bir kadın olarak Hindistan’da zorlandığım anlar olsa da genel anlamda keyifli bir seyahat oldu; kalabalık şehirlerde çantaya, telefona dikkat etmek gerekiyor, dünyanın neresine giderseniz gidin öyle değil mi? Tüm olumsuz söylemler karşısında aldığım biber gazını aynen ülkeme geri getirdim. Hindistan’da peşinize takılanlara kararlılıkla sert cevap verdiğinizde sizi rahatsız etmiyorlar. Rikşa, tuktuk şöförleri kadın erkek ayrımı yapmadan herkesin peşinde, turist gelmiş onlar da para kazanmak istiyorlar, pazarlıkla üçte bir fiyata anlaşıyorsunuz, ya da ‘’yürüyeceğim’’ diye sert bir çıkış yapıyorsunuz.
Hindistan için bir aylık gezi bana yetmedi, görmek istediğim bir çok yer vardı, yeni yılı kardeşlerimle Türkiye’de karşılayacağım için dönmek zorunda kaldım.
Yol boyunca çektiğim videoları YouTube Seval Demirel ve Facebook Yol Notları hesabımdan paylaştım.Hindistan ya çok sevilir ya da hiç sevilmez derler ya, ben imkanım olur ise yeniden Varanasi-Palolem-Alappuzha’ya gitmeyi çok isterim. Belki bir gün Güney Hindistan’da bir yoga merkezine de giderim…
HİNDİSTAN’A GİDECEK OLANLARA İPUÇLARI
- Gidiş ve dönüş uçak biletlerini farklı bölgeden alın, böylece daha fazla yer görme imkanınız olacaktır.
- Yola çıkmadan aylar önce aldığım Hindistan’ı anlatan iki kitaptan çok faydalandım. Zafer Bozkaya’nın kitabı çok güncel ve detaylı anlatımla bilgilendiriciydi, daha oralara gitmeden fikir sahibi olmamı sağladı. Bu kitabı Pushkar’da Moustache Hostel’de unuttum ve çok üzüldüm, yolunuz oralara düşerse bakın bakalım kütüphanelerine koymuşlar mı?
- Hindistan’a gidince aman dikkat dişlerinizi şişe suyu ile fırçala dediler, ilk on beş gün bunu yaptım, sonrasında kaldığım yerlerin temizliğine göre çeşme suyu ile de dişlerimi fırçaladım.
- Hindistan’a gitmeden önce sadece tetanoz aşısı yaptırdım ve bir sürü ilaç götürdüm ama hiç birini kullanmadım.
- Her giden mutlaka bir kez ishal olur derler, bünyem mi, midem mi sağlam bilmiyorum, sokaklarda yemek yememe rağmen ben ishal olmadım.
- Delhi’ye gider gitmez bir aylık Vodafone Hint hattı aldım, 500 rupi ( 38 tl) tüm gezi boyunca rahatlıkla internet kullandım.
- Hindistan anlatılmaz yaşanır derler, çok doğru, karar verin cesaretinizi toplayın ve bu bambaşka dünyayı görmeye gidin.
- Varanasi-Palolem-Alappuzha’yı görmeden geri dönmeyin…
- Bir ay boyunca harcadığım bütçemi soran çok oldu, Türkiye’den gidiş-dönüş uçak biletim, orada iki iç uçuş uçak biletim, tren, otobüs biletlerim, taksi, rikşa ile seyahatlerim, müze, park girişleri, rehberlik ücretleri, nehir gezisi turu, vahşi yaşam parkı safari turu, konaklamam, yeme içme toplam 1000 dolar harcadım.
Seval Demirel’in yazılarını yolnotlari.com dan takip edebilirsiniz…
Sosyal medyada takip etmek için ise;
instagram.com/yolnotlari/
facebook.com/YolNotlari
twitter.com/yol_notlari