Salı, Nisan 9

Hacer Aydın, Kalaş Vadisi Seyahatini anlattı…

Google+ Pinterest LinkedIn Tumblr +

Gezgin Fotoğrafçı Hacer Aydın, Kalaş Vadisi Seyahatini anlattı…“Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur; o özgün çağrıya kulak vermeli, yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz” demiş Susanna Tamaro.. Pakistan yolculuğum tam böyle bir şey. Gerçekten yüreğimin götürdüğü yere gittim. Yorgundum, bezgindim ruhum hastaydı ve ben Susanna Tamaro’yu dinleyip yola çıktım. Ne iyi edip gitmişim!

Bir gün ansızın biletimi aldım ve yola çıktım. Kimine göre dünyanın en tehlikeli coğrafyası, bana göre ise en güzel coğrafyalardan biri. Uzun yıllardır hep gitmek istemişimdir Pakistan ve Afganistan’a.

Sabaha karşı dört gibi İslamabad’a indik. Çeşitli maceralardan sonra bizim büyükelçiliğe gittim. Üç gün büyükelçilikte arkadaşımda kaldıktan sonra dördüncü gün artık yollar için hazırdım.

Kuzey Pakistan’a bu yıla kadar özel izinle giriliyordu. 2019 yılının ocak ayında turizmi geliştirmek için izinler kaldırıldı. Buna rağmen pasaportumun bir tomar fotokopisini aldık. Her yerde kayıtlar,  kontroller oldu. Her kontrolde bir fotokopi bıraktık. İki köy var ki bunlara özel izin bile yoktu. Dünyanın geri kalanına girişler yasaktı. Çünkü hem sınır köyleri hem hala takas usulü alışverişin yapıldığı köylerdi.  Yolları oldukça zor bu köyler Broghil ve Chipursan.

Yeni rehberimle Chitral’de buluşmak için yazışmıştım. 19.50’de otobüse binmek için yerli halkın Pindi dedikleri Rawalpindi eski şehrine gittim. Burada öyle otobüse binmek kolay değilmiş meğer. Nerdeyse her firmanın ayrı garajı var. İki saate ancak bizim otobüsün kalkacağı yeri bulabildik. Zavallı taksi şoförü İdris saatlerce benimle dolaşıp durdu. O kadar dolaştık ama benden ilk anlaştığımız ücreti aldı. Fazlasını reddetti. Otobüse beni rehberimin arkadaşı Mohsin bindirdi. Tabii ki her şeyden bir haber olan ben yerime oturdum. Pasaportum Mohsin’de ve bekliyoruz. Yarım saat geçti, otobüs kalkmadı. Otobüste tek mızmızlanan benim. Meğerse benim pasaportumun fotokopilerini bekliyormuşuz. O cehennem sıcağınca Mohsin bitkin bir halde pasaport ve fotokopileri getirdi. Sim kart almayı başaramadığımız için kendi kartını bana verdi. Buralarda Islamabad’dan aldığın sim kart Chitral’de ya da Hunza’da çekmiyormuş. Nereye gidiyorsan oradan kart alabilirsin dediler. Evet nihayet gidiyoruz, başlasın macera!

Hayalime Saatler Kala

Nerdeyse yirmi dört saattir ayaktayım ve çok yorgunum, burnum akıyor. Hiç dinlenmeden paylaşımlı bir jiple Kalash Vadisi’nin yolunu tuttuk. Kalaş insanlarına ait üç köy varmış. Biz ilk olarak Bumbureta adlı köye gidiyoruz. Yol berbat zıplaya zıplaya gidiyoruz. İki saat sonra dağların arasında sanki özel olarak gizlenmiş gibi bir vadiye geldik. Vadiye güvenlikte kayıt olup bilet alarak giriliyor. Çünkü iki adım ötesi Afganistan. Bu nedenle güvenlik önemli. Belki yirmi yıldır benim hayalimdi bu insanları tanıyıp onlarla vakit geçirmek ve işte inanamıyorum onların içindeyim. Eski taş ve ahşap evler daracık sokaklar… O daracık sokaklarda rengarenk Kalaş kadınları. Sarışın renkli gözlü endamlı kadınları çok güzel ve gülümseyerek bakıyorlar. Vallahi bütün sıkıntılar uçup gitti. Deli gibi bir oraya bir buraya bakıp duruyorum. Dünyanın tüm renkleri burada sanki.

Daracık keçi yollarından yürüyerek tepede kalacağımız misafir evine geldik. Bumborate’nın ilk aile eviymiş burası. Bir sürü renkli kadın karşıladı bizi, hangisinin fotoğrafını çekeceğimi şaşırdım. Çok yorgunum ama direniyorum. Ev sahibinin iki oğlu üç kızı var. Kızlardan Advina Chitral’de bir üniversitede okuyormuş. Hafta sonları eve gelip ailesine yardım ediyor. Bu arada muhteşem tandır ekmekleri var, hasretini çektiğimiz doğal buğday unundan. Verdiğim bütün kiloları alabilirim diye düşünmüştüm o anlar. Ama ilerlemiş zamanlarda yanıldığımı anladım.

Artık dinlenme zamanı, odamız daha doğrusu bütün köy karlı tepeleriyle muhteşem Hindikuş dağlarına bakıyor. Bu saklı vadide her türlü meyve ağacı oluyormuş. Bahçede elma üzüm ceviz şeftali her şey var ama henüz olmamışlar. Advina ile hemen arkadaş olduk. Gece bizim balkonda oturduk bize kendi dillerinde bir aşk şarkısı söyledi. Gökyüzünde bize göz kırrpan milyonlarca yıldız vardı. Tam karşımda Samanyolu’nu seyrediyorum ve inanamıyorum. Bir yıldız kayıp gitti, dilek diledim ve Tanrı’ya teşekkür ettim. Bir dileğimi daha gerçekleştirmişti. Saatlerdir burada olduğuma inanamamıştım ve işte şimdi buradayım. Tatlı Kalaş kızı şarkısını söylerken ben Samanyolu’nu izliyorum. İşte mutluluk bu olmalı dedim içimden.

Kalaş kimdir?

Öncelikle Kâfiristan ve Kalaş halkı hakkında biraz bilgi vermeliyim.  Kalash veya Kalasha, Pakistan’ın kuzeyinde Khyber Pakhtunkhua eyaletinin Chitral bölgesinde yaşayan tek pagan azınlık. Kalasha, sıra dışı bir etnik ve dini azınlık grubudur. Birbirinden farklı çok tanrılı inançlarıyla bilinir. Afgan sınırında üç vadide (Bumborate, Birir ve Rumbur) yaşıyorlar. Deniz seviyesinde 2500 metre civarı yüksekliğinde bu vadiler. Karışık tarihine fazla girmeden kısaca anlatayım. 19. Yüzyılda Afganistan Kralı Amir Abdul Rahman, Kafiristan’ın fethetti ve Kafirleri İslam’a geçmeye zorladı.

Kalaşlar, Müslüman Afganlar tarafından vahşice öldürüldü. Tapınakları yakıldı yıkıldı, kültürleri yok edilerek zorla İslamlama dönüştürüldü. İşte o dönem kurtulan küçük bir azınlık kaçarak Pakistan’ın Chitral bölgesine geldiler. Hindikush dağlarında gizli vadilerde hayatlarını sürdürüyorlar. Yolları çok berbattı. Kalaşlar, fiziksel görünüşleri, inançları ve gelenekleriyle bölgede yaşayan diğer halklardan farklılık gösteriyor. Müslümanların “Kara Kafir” dediği bu insanların yaşadığı vadi, “Kafirler ülkesi” anlamına gelen “Kafiristan” olarak biliniyor.

Dünyanın oldukça ilgisini çeken bu insanlar Pakistan Hükümetinin koruması altındalar. Konuştukları dil UNESCO korumasındadır. Büyük İskender’in askerlerinin torunları olduğu söylenen kabile, hala dünyanın bu bölgesinde ki diğerlerinden farklı olarak eski bir pagan kültürü uyguluyor. Kalasha’nın tarihi tartışmalıdır. Bugün Kalasha kabilesi hakkında birçok görüş ortaya atılmış.  Kimi bilim insanları Yunan kökenli olduklarını söyler. Sarışın, renkli gözlerinden ve bazı geleneklerinden dolayı İskender’in kayıp soyu olduğunu söylerler. Bir diğerleri dağlarda kaybolan Slav kabilelerinin bir parçası olduklarını öne sürdü. Ancak genetik çalışmalar ve arkeoloji gibi çağdaş bilimler Yunan soyundan gelen mitleri ortadan kaldırıyor.

BUNA DA BAKIN...  Mardin'de İnanç Turizmi Rotaları İçin İşbirliği İmzası...

Peki, buraya nasıl geldikleri belli olmayan bu gizemli insanlar nereden geldiler? Efsaneye göre, Kalaşa halkının ilk anavatanı Tsyam diye hiç kimsenin bilmediği bir yer.  Kalaş türkü ve destanlarında anlatılan atalarının Afganistan’a Tibet ve Ladakh bölgesi olarak tanımlanan “Tsiyam”dan göç ettikleridir. Bu görüşe bazı antropologlar da katılıyor.

Yüzyıllar boyunca, Kalaşlar geleneklerini korumak için savaşıyor. Çay ikram eden biri şöyle demişti: “Kalaş topluluğunun üyeleri olarak dinimizi değiştirme tehdidiyle karşı karşıyayız, toprağımız işgal ediliyor ve yerlerimizin adları değişiyor.” İnsanlar her yıl İslamiyet’e dönüşüyor. Cennete gitme vaatleri bu konuda en etkili yöntem olmuş. Diğer bir yöntem Müslüman erkeklerin Kalaş kızlarıyla evlenerek dönüştürmeleri. Bu baskılar sonucunda birçok kişi dinini değiştirmiştir. Diğer bir gerilim kaynağı, Kalaş’ın STK’lerden aldığı yardımdır. Kalaş Vadisi özellikle Yunanlı gönüllülerin ilgi alanlarında. Hristiyan misyonerler bu STK’lerle birlikle gelip, maddi yardımla bu fakir insanları dönüştürmeye zorluyorlar. Şu an Müslümanlaştırılan Kalaşa sayısı diğerlerinden daha fazlaymış.  Kalaş dininden çıkanlar bir daha Kalaş toplumu tarafından kabul edilmez topluluk dışına itilir. Bu da Kalaş halkının kültür ve dinlerini korumak istemesiyle ilişkilidir. Eğitim için şehirlere giden gençler, modern hayatla tanışınca kültürlerini devam ettirmek istemiyorlar.

Kalaş halkının karşılaştığı diğer bir sorun ise topraklarındaki ormansızlaştırma. Burada keçilerin çok fazla olması ve kereste mafyasının ormanlara zarar vermesi önemli rol oynar. Ormansızlaşma ile birlikte çok sel baskınları oluyor. Yürürken görmüştüm koca koca köprüleri yıkıp geçmişti. Bunun yanı sıra modernleşen toplumla birlikte okumaya giden gençlerin kültürlerini devam ettirmek istememeleri, Kalaş kültürünü tehlikeye atan nedenler arasında yer alır. Yetersiz sağlık koşulları ve temiz suya erişim yine zorlular arasında. Buna ek olarak bilinçsiz turizmde söylenebilir. Ve tabii ki komşu Taliban ve Işid korkusu. Bir gün gelip hepsini keseceklerinden çok korkuyorlar. Pakistan ordusunun yakın koruması altındalar. Asif’in bana söylediğine göre, Nuristan’dan (Afganistan) birkaç kez tehditler olmuş ama “Bizim askerimiz çok güçlü hepsini püskürttü.” diyor.

Kalaş dilinin tamamen sözlü olması ve yazılı bir el yazması olmaması nedeniyle tüm folklor, gelenek ve görenekler, yazılı bir belge olmaksızın kuşaktan kuşağa ağızdan ağıza aktarılmıştır. Bu nedenle bu özel dil UNESCO’nun  tehlike altındaki diller listesine eklenmiştir. Kalasha Dur (Kalaşa evi) müzesini ziyaret ettiğimde orada ki görevliden onlara ait bir iki yazılı belge sorduğumda bana öyle bir şey yok demişlerdi. Yukarda belirttiğim nedenlerden dolayı 3500 civarı Kalaş insan kalmış. Kalaş toplumu ortak bir aile sistemine dayanmaktadır. İkiyüzlülük, şiddet ve diğer sosyal kötülüklerden arınmış basit bir yaşam sürüyorlar. Yalan söylemez, çalmaz veya kavga etmezler. Belki de önümüzdeki yıllarda bu güzel renkli kültür yok olacaktır. Diliyorum ki bu eşsiz halk yüzyıllar boyu yaşasın ve sığındıkları topraklarda mutlu olsunlar. Bu acımasız dünyada dine bakılmaksızın korunsun, kollansınlar.

KADINLARIN ÖZEL GİYSİLERİNDEN BEN DE GİYDİM…

Şimdi yaşayarak gördüğüm çok enteresan bir iki geleneği yazacağım. Kalaşlar dini inaçlarıyla, festivalleriyle, gizemleriyle, gelenekleriyle renkleriyle inanılmaz bir halk. Kafiristan turistler için oldukça popüler ve tabii ki antropolog ve fotoğrafçılar içinde.

Şimdi gezime kaldığım yerden devam edeyim. İkinci gün köyleri dolaşacağız. Sabah güne yorgunluğum gitmiş bir halde dinç başladım. Tabii ki heyecanımı anlatmaya gerek yok. Asif kahvaltıda benim için cevizli ekmek pişireceklerini söyleyince (Asif’in neden bu kadar heyecanlandığını anlamadan)  “Aaa ben cevizi çok severim, harika!” diye bir sevinç gösterisinde bulundum. Meğerse cevizli ekmek işi o kadar basit değilmiş. Onların geleneğinde, cevizli ekmek festivaller, ölüm, doğum veya bazı özel konuklar için pişirilirmiş. Advina ile gece balkonda oturup aşk şarkları dinlemek beni özel statüye sokmuş. (Cevizsiz bir hayat düşünemem diyen ben acaba bunlarla akraba mıyım?)

Kahvaltıyla beraber ilk özel geleneği öğrenmiş oldum. Kahvaltıdan sonra Advina’nın elbiselerinden birini giyindim, çok güzel ama taşıması çok zor. Kalaş kadınları topuklarına kadar uzanan siyah renkli, üzeri deniz kabukları, renkli iplikler ve boncuklarla işli bir elbise giyiniyorlar. Elbise o kadar uzun ki, o uzunluğu kısaltmak için bellerine metrelerce uzunlukla rengarenk işli bir bel bağı sarıyorlar. Boyunlarına rengarenk boncuklar takıyorlar. Başlarına yine taşlarla işlenmiş yüzük gibi bir başlık takıyorlar. Başlık birkaç kilo ağırlığında ve bütün gün o kıyafetlerle işlerini yapıyorlar. Beş yaşından itibaren giyiniyorlarmış. Bu arada elbiselerini kendileri dikiyor. Ben de giyindim ama ağırlık altında eziliyorum. Bir elim sürekli kafamda. Bütün gün köyleri o elbise ile dolaştım.

KUTLANAN ÖLÜMLER

Kalaş kadınları erkekler ile eşit konumdalar. Pakistan’ın diğer yerleri gibi değil burası, kadınlar hep sokakta. Elbise işi de tamam olunca keşif başladı. Önce evin yanındaki mezarlığa gittik. Mezarlıkta tahtadan oyma figür var. Kalasha tanrısı Gandao imiş. Mezarların üstünde bizim eski dört ayak sedir mi desem yoksa somya mı desem yataklar var. Hiçbir anlam veremedim tabii ki buna. Öğrendim ki meğerse toprağa kişisel eşyaları (bıçak vs) ile gömüyorlarmış. Ölenin yatak ve yastığı ise mezarda bırakılıyorlar.  Onları geri almıyorlar çünkü kötü ruhların eve geri döneceğine inanıyorlar. Burası yeni mezarlıkmış, şimdi eski mezarlığa gidiyoruz. “Çok …” diyorum ve bir benzetme yapamıyorum eskisi hakkında. Mezarlıkta hala insan kemikleri var. Çürümüş tabutlar toprak üstünde duruyor.

BUNA DA BAKIN...  Kentte Tatil Yapmak İsteyenler İçin İstanbul Plajları...

Yüzyıllarca süren bir gelenekle karşı karşıyayım. İnsanlar birisi öldüğünde bir mezara gömmek yerine cesedini toprağın üstünde bırakarak yemekli, danslı ve bol eğlenceli üç gün süren cenaze törenleri yapılıyor. Bedenleri toprağın üstünde bırakma sebepleri ise ikinci hayata inanmaları. Ruhlar ikinci hayatlarında toprağın üstünden kolayca kalkarak hayatlarına devam edebilecekler. Bu inanç ve gelenek yüzyıllardır devam ediyor ama son kırk yıldır insanlar bunun ölü bedenlere saygısızlık olduğunu düşünmeye başladığı için normal bir defin töreniyle ölülerini gömmeye başlamışlar. Dışardan gelen saygısız turistler ve gelenekçi Müslümanlar yüzünden bu geleneği sonlandırmışlar. Kemiklerle fotoğraf çektirenler hatta onları çalanlar ve onlara zarar verenler yüzünden bu eski mezarlıklar koruma altına alınmış. Şimdiye kadar gördüğüm en hayret verici yerdi.

Biraz da cenaze törenlerinden bahsedeyim.

“Bir çocuk doğduğunda mutluluk ile kutluyoruz ve aynı ruhla hayatı sona erdiğinde de ona neşeyle güle güle diyoruz. Bir yaprak düşer ve ağaçtan ayrılır; aynı şekilde, bir adam ölür ve arkadaşlarından ve ailesinden ayrılır, Tanrı’nın izniyle daha iyi bir yere gider ve bu yüzden mutlu bir vedayı hak eder.” Bizi gezdiren Kalaş arkadaş böyle diyor. Cenaze törenleri oldukça külfetliymiş. “Ölen kişi sadece tüm akrabalar ve arkadaşlar cesedi gördüğünde gömülür. Tüm kabile üyeleri üç Kalaşa Vadisi’nde toplanır. Bu üç gün süreyle davullar çalar, şarap içilir, şarkılar söylenir, dans edilir. Yer içer ölüyü uğurlarlar.” diyor.

Kadınlar için iki gün tören oluyormuş. Tapınakta bir ateş yakılıp etrafında güle oynaya dans ediyorlar. Misafirlere keçi ve inek eti, cevizli ekmek, keçi peyniri ve kendi yaptıkları şarap ikram ediliyor. Cenaze törenlerinde otuz ile kırk keçi kesiliyormuş. Tapınak kilitli olduğu için ve anahtarı bulamadıkları için göremedim. Kapının aralığından baktığımda ortada bir ateşin sönmüş külleri duruyordu. Tahta oyma süslemeler çok güzeldi.

Sırada Rumbur Köyü Ziyareti…

Mezarlık ziyaretinden sonra diğer köyü ziyarete gideceğiz. Epey bir yürüdük ve köye vardık. Bumborate köyünden daha küçük ve evler bayağı bir eski. Dün geldiğimde alelacele öğrendiğim Kalaş selamını Ishpata her gördüğüme söylüyorum. Bir de kardeş kelimesini öğrendim. Ishpata ba ba, diyorum. İnsanların çok hoşuna gidiyor. Bugün birkaç eski evde sütlü çayımızı içtik. Evlerini görmek yaşamlarına tanık olmak nasıl mutluluk veriyor.

Rumbur Vadisi yine saklı gizli bir yer. Vadideki bazı köyler Sünni Müslümanlarla karışık. O köyleri geçip Rumbur köyüne geldik. Turistik olmayan bu köy olanca doğallığıyla o kadar güzel ki! Eski evler, daracık sokaklar ve iç içe geçmiş sıcacık yaşamlar. Sanki tarihin koridorlarında yürüyor gibiyim. Hiç yeni ev yok, hepsi ahşap evler ve birinin bacası diğerinin terası.

Son gün, bütün yolculuklarımda aynı hüzün çöküyor içime. Sanırım ben vedaları sevmiyorum. Sabah bol peynirli kahvaltımızı yaptık. Güzel Lavinya’nın elbiselerinden giyinip fotoğrafımı çektirdim.  Vedalaşma zamanı. “Bye bye ba ba” (onların dilinde kız kardeş demekmiş) diyerek sarmaş dolaş olduk. “I will miss you.” diye diye ayrıldık. Bütün mahalleyi çocuklarına varana kadar tanımıştım. Evlerine girip çaylarını içmiştim. Bu nedenle her evin önünden “Bye bye ba ba” sözleri ile uğurlandım.

Bashali Evi: Regl olan Kızların Beklediği Ev

Köyden ayrılmadan önce aynen Nepal’de olduğu gibi burada da olan sadece ismi değişmiş aynı sistem Bashali evini göreyim dedim ama oraya asla girilmiyormuş. Erkekler binanın yanına bile yaklaşamıyor. Zar zor benim için izin aldılar sadece bahçesine girip çıkmak için. Giriş kapısı ayrı çıkış kapısı ayrı. Giriş kapısından girip şöyle bir bakındım. Gayet temiz ve güzel bir bahçesi var. İki kadın endamlı endamlı salınıyorlar. Tam fotoğraflarını çekerden (kadınlardan izin almıştım) dışarıdan kadının biri bas bas bağırmaya başladı. Ama nasıl bağırıyor, mahalle çınlıyor. Bana hiçbir yere dokunma diye tembih etmişlerdi ve ben çok dikkat etmiştim. Neye uğradığımı şaşırdım ve hızla çıkayım dedim ama yanlışlıkla giriş kapısına yöneldim. Bu sefer dışarıdan benimkiler feryat figan etmeye başladılar.

Hemen çıkışa yöneldim ama çıkmak ne mümkün. Koca boynuzlu kocaman bir öküz kapıda kıpırdamadan duruyor. Ben çıkamıyorum, kadın bağırıyor benim arkadaşlar bağırıyor. Korkudan ne yapacağımı bilemez halde öküze bakıyorum. Son gün bu koca şey tarafından ezilirsem yandım. Sonunda öküz gitti ben çıktım, çıktım ama başka bir engel. Yolu ineceğim yeni bağırışlar. Meğerse o evden çıkanlar köye gitmek için herkesin kullandığı yolu kullanamıyormuş. Doğru yolu buldum tabii ki.

Bashali geleneği: Kadın regl döneminde ya da doğum yapacakları zaman köyün dışında Bashali evlerine giderler. O süre içinde çoluk çocuk o evlerde zaman geçiriyorlar. Bashali’de de kadın bu dönemde saf kabul edilmiyor. Adet dönemi bittikten ve doğum yaptıktan sonra temizlenip elbiselerini yıkayıp evlerine dönebiliyorlar. Çıkışta herkesin kullandığı yolu kullanamıyorlar. Bumboret köyündeki yapıyı Yunan STK’leri yaptırmış. Rumbur köyündeki ev ise Karim Ağa Han tarafından yaptırılmış. Ev dediysem küçücük bir şey değil. Yurt gibi ya da pansiyon gibi ve oldukça temiz yerler. Nepal’deki Chhaupadi evlerinin aksine yaşanılır mekanlar.

BUNA DA BAKIN...  Çaykara Uzungöl ve Gezilecek Yerleri

KALAŞA KADINI

Bu eşsiz kültürün eşsiz kadınları özel bir başlığı hak ediyorlar. Kalaşa kadınları güzeldir, renklidir, cesurdur, özgürdür. Kalaşa kadını eşini kendi seçer ve aşk evliliği yapar. Hatta istediği zaman eşini değiştirebilir. Tatlı Kalaşa arkadaşım “Dinimizde, kiminle evlenmek istersen onu seçebilirsin, bu konuda aileler sana etki edemez.”  Eşini değiştirirken ise ikinci kocanın evlilik sırasında ilk kocanın kadının ailesine verdiği para miktarının iki katını vermesi gerekiyor. Biraz teselli durumu var gibi.

Çünkü ilk koca hem verdiği parayı hem karısını kaybediyor. Sanırım hiçbir yerde kadınlar açısından evlenme ve boşanma bu kadar kolay olmuyordur. Kalaş Vadisi, cinsiyetler arasında dans, şarap ve etkileşimin bir tabu olmadığı çoktanrıcıların evidir. Müslüman toplumlardan farklı olarak, Kalaş toplumunda ayrımcılık kavramı yoktur. Erkekler ve kadınlar birbirleriyle özgürce iletişime girer.

Kadınlar kocalarını seçmekte, seks ve aşk gibi konularda özgürdürler. Toplumda erkekler gibi kadınları da festivallerde şarkı söylemeye ve dans etmeye aktif olarak katılıyor. Aile ve topluluğun tüm önemli kararları görüşlerimiz dikkate alınarak alınır. İmrenmedim desem yalan olur. Kendi yaşlarındaki kadınlarla temastan yoksun kalan genç Müslüman erkekler, Kalaş kızlarla sohbet etmek ve danslarını izlemek için buraya geliyorlar.

KALASH DİNİ

Kalaşlar için doğa çok önemlidir. Çok tanrılı oldukları gibi animist bir topluluktur.  Hem dini ritüellerini hem de kültürel ritüellerini doğaya endeksli bir biçimde şekillendirirler. Son derece özgürlükçü ve barışçıl bir dine sahiptirler. On iki Tanrı ve Tanrıçaya inanıyorlar. Bunlardan bazıları; Sajigor, Mahandeo, Balumain, Dezalik, Ingaw, Jestak. İşin doğrusu festival zamanına denk gelemediğim için nasıl yapıldıklarını bilemiyorum. Tek anladığım din ve doğanın aynı şey gibi olduğu. Vadideki dağın, taşın, suyun her şeyin bir ruhu olduğuna inanırlar ve bunun için kurban ritüelleri yaparlar. Keçiler Kalaşa kültürü ve dini için çok önemlidir.  Kalaşa halkı keçilerini sık sık doğum, evlilik, ölüm vb. ritüelleri için kurban eder.

Doğa, Kalaş halkının yaşamlarında manevi bir rol oynar ve bu, ibadet ettikleri tanrılara ve toplumun geleneksel festivallerine yansır. Festivaller, vadideki insanlara hediye edilen bol doğal kaynaklar için tanrılara teşekkür etmenin bir yoludur. Festivallerde kurbanlar, özel ekmeklerin pişirilmesi, bayramlar, danslar ve şarkılar yer alıyor. Bu festivallerde saflık kavramına özel önem verilmektedir. Her şey saflaştırılmalıdır,

insanlar, evler, hatta bütün köyler. Bir gün önce cevizli ekmekler yapılır. Gezerken çocukların çok kirli olması dikkatimi çekmişti. Meğerse kötü ruhların dikkatini çekmemek için özellikle çocukların yüzü kirli bırakılıyormuş. Ruh işine fazla girmeyeyim yoksa çıkamam. Doğa onlar için yol göstericidir. Kalaş dini takvimi ilkbahar, sonbahar ve kış festivallerine ayrılmıştır. Tüm yıl boyunca bu bölgede toplam üç ana festival gerçekleşir:

Chilam Joshi: 13-16 Mayıs tarihleri arasında Kalaş halkının baharı karşıladığı ve sert kışa veda ettiği zaman gerçekleşir. Güzel elbiseler giyilir şarap eşliğinde dans edilir. On gün önceden biriktirilen sütlerle yeni doğmuş bebekler, anneleri ve evler saflaştırılır.

Uchao-o-Uchal :  İyi buğday mahsulü elde etmek için ağustos ayı sonlarında kutlanır. Yine dans etmek ve şarkı söylemek festivalin ayrılmaz bir parçası.

Choimus festivali :  Aralık ayının ortalarında düzenlenen en önemli festivaldir. Yeni yılın gelişi kutlanır.

 

Choimus Festivalinde neler oluyor?

Ana festivalden hemen önce, ataların atalarına mevsimlik yemekler servis edilir ve atalara ışık tutan gotikler aydınlatılır. Bu ritüelden sonra, yaşlı kadınlara yenilmesi için saf kabul edilen yiyecekler sunulur. Bu festivale tanrı Balomain yol gösterir. Festival başlamadan bir hafta önce tüm insanlar bir ritüel ile bir banyoda temizlenmelidir. Erkekler gün boyunca arınma töreninde asla oturmamalıdır ve geceleri kurban edilen bir keçinin kanı yüzlerine dağıtılır.

Ana köyden uzakta, arıtma töreninde sadece erkekler tarafından hazırlanan özel ekmekler yenir. Ezilmiş ceviz ve keçi peyniri ile doldurulmuş choimus ekmeği olarak hazırlanan diğer ekmekler hazırlanır. Şarkı, dans ve keçiler kurban edilir. Kalaş, Tsyam’ın efsanevi anavatanından bayram süresince ziyaret ettiğine inanılan tanrı Balaumain’e adanmıştır.

Bu festival süresince kadınlar için neredeyse her şey mümkün. Kadınlar eşlerini bu festivalde bulurlar.

Festivale saf olmayan ve deneyimsiz kişiler kabul edilmez. Erkekler iki partiye bölünmüş olmalıdır: “saf” olanlar geçmişin onurlu şarkılarını söylemeli, ancak “saf olmayan” tamamen farklı bir ritimle vahşi, tutkulu ve müstehcen şarkılar söylemelidir. Buna ‘cinsiyet değişikliği’ eşlik eder: Erkekler kadınlar gibi giyinir kadınlar erkek kimliklerine girerler. Bu festival anlatılacak gibi değil. Sizlerin hayal gücüne bırakıyorum.

Modernizasyon ya da teknoloji böyle kadim kültürler için yıkıcı olduğu kadar bazen iyi de olabiliyor. Teknoloji sayesinde kültürlerini dünyaya anlatabiliyorlar. Dış dünyadan, hükümetlerden ve bizim gibi iyi insanlardan kültürleri için farkındalık istiyorlar. Bu insanları ziyaret etmek yirmi yıllık hayalimdi demiştim. Tanıdım, evlerine misafir oldum, biraz tanımaya çalıştım. Her kültürü kendi şartlarında değerlendirmeye inanıyorum. Bu inancımdan dolayı bütün kültürlere saygı duyuyorum. Eşsiz kültürlerinden dolayı onlara kısaca dünyanın renkleri diyorum. İnandıkları tanrıları onları korusun ve renkleri hiç solmasın.

Kaynak: Magma Dergisi

Paylaş

Yorum yapın